GündemTürkiye

NEDEN RUMLARDAN NEFRET EDİYORUZ ?

Benim gibi otuzlu yaşlarınızın sonlarına gelmişseniz, Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan Kardak gerilimini ve iki ülkenin henüz 1996 yılında savaşın eşiğine geldiğini net olarak hatırlarsınız… Türk Yunan soğuk savaşı 19. yüzyılda Yunanistan’ın Osmanlı’dan bağımsızlığını kazandığı dönemin de öncesine gider. Aslında 20. yüzyılın ilk yarısına kadar Türklerin Yunanlılara bir düşmanlığı yoktur. Yunanlılar üzerinde yaklaşık 400 yıl süren Osmanlı egemenliği döneminde, fethedilen tüm Yunan kentlerinde ibadetler padişah güvencesinde ve rahatlıkla yapılır, padişahlar Rum Ortodokslara özel fermanlar vererek vergiden muaf tutar, Yunanlıları sarayda belli konumlara getirir bir durum söz konusudur. 18. yüzyıl ortalarında ortaya çıkan milliyetçilik akımı yavaş yavaş balkan coğrafyasını etkilemeye başladığı dönemde, Bulgaristan ve Yunanistan yavaş yavaş hareketlenmeye başlamıştır.

Tarihler 1821 yılını gösterdiğinde, Mora adasının Mani burnunda yaşayan Rumlar isyana kalkışır. Dönemin bağımsızlık yanlısı yunan aydınları tarafından kurulan Filiki Eterya derneği de bu isyanda rol almıştır. Velhasıl 23 Eylül günü Tripoliçe’yi ele geçiren Yunanlılar, kentte yaşayan müslüman türkleri ve yahudileri katletmiş ve bugüne Tripoliçe Katliamı adının verilmesine neden olmuşlardır. Pek çok kaynaktan ortalama bir rakam vermek gerekirse Yunanlılar o gün, 20.000-35.000 arası Müslüman Türk ve Yahudi yerleşimciyi katletmiştir. Tarihler 1829 ‘a geldiğinde başta İngiltere, Fransa ve Rusya, Yunanistan’ın bağımsızlığı için Osmanlı’yı Navarin Deniz Muharebesi’nde yenilgiye uğratmışlar ve bağımsız Yunanistan’ın yolunu açmışlardır. Bu yenilgi sonrası yapılan Edirne Anlaşması ile Yunanistan’ın bağımsızlığı resmen tan犀利士
ınmış olur.

Bu noktada Osmanlı zaten ayakta durmakta zorlanan ihtiyar bir adamdır. Ne zaman yıkılacağı ise, aydınlanma çağını yaşamış ve sahip olduğu sömürgelerle hem kaynak hem de teknolojik olarak Osmanlı’ya fark atmış büyük güçlerin kararına bağlıdır. Aynı dönemin gazetelerini incelediğinizde, bazı karikatürlerde bu büyük devletlerin bir masanın çevresinde oturduğunu, masanın ortasında da fesli bir hindinin yattığını görürsünüz. Vakit, hangi gücün bu çöken imparatorluktan ne kadar pay alacağı konusunda fikir birliğine varma vaktidir.

Osmanlı’nın çöküşü gerçekten çok hızlı olmuştur. Milliyetçilik akımının boy gösterdiği uzak bölgelerde devletin artık yaptırım gücü kalmamıştır. Kara ordusu dışında pek bir gücü olmayan Osmanlı, hem içerideki etnik gruplarla hem de karşısında bulduğu amansız batı ile karşı karşıya kalmış, tabiri caizse ne istedilerse vermek durumunda bırakılmıştır. Uzun yıllar süren savaşlar tamamen kaybedilmiş ve nüfus belirgin biçimde kırılmıştır.

Başta İngiltere ve Fransa olmak üzere, kendilerine yardım ettiği için Yunanistan’ı ihya etmek isteyen diğer avrupalı devletler, Yunanistan’ın Anadolu’yu işgal ederek, hep hayalini kurduğu topraklara yerleşmesine izin vermişlerdir.

Bu gibi durumlar her savaşta olur. Özellikle de 1. Dünya Savaşı gibi belirgin blokların oluştuğu savaşlarda. Yunanistan’ın da kendi ideolojisi için Osmanlı topraklarında, atalarının yaşadığı yere sahip olma isteği bir noktada anlaşılabilir. Lakin sonrasında yaşananlar Türklerin eski dostları Yunanlılara karşı neden bu kadar çok ve derin bir nefrete sahip olduğunu haklı çıkarabilecek onlarca sebep barındırmaktadır.

Yunanlılar Mayıs 1919’da İzmir’i işgal ettiklerinde kentte belli bir nizami ordu olmadığı gibi, İzmir halkının da savaşmak gibi bir direnişi olmadı. Yunan ordusu gayet kolay bir şekilde İzmir’e çıkarma yaparak İzmir ve çevresini ele geçirdi. Normalde onurlu bir savaşta bir kenti ele geçirdiğinizde, öncelikle yönetimini ele geçirir ve daha sonra anlaşmaya konu etmek üzere elinizde tutacak askeri konuşlanmayı yaparsınız. Siviller savaşın bir parçası değillerdir. Savaş iki ve daha fazla ülkenin nizami orduları arasında olur. Tabi Yunan İşgali denince bu onurlu hareketlerin hiçbiri yaşanmadı. Yunanlılar şehre çıkar çıkmaz öncelikle Osmanlı’ya ait tüm kurumları ele geçirip, kamu yetkililerini meydanlarda infaz ettiler. İşgal öncesi şehrin büyük bölümü İngiliz ve Fransız askerleri tarafından Yunan ordusuna karşı bir direniş olmaması için ablukaya alınmış olsa da, Urla’da yaşanan direniş bugün bildiğimiz Kuvay-ı Milliye’nin doğmasına başat olmuştur.

Yunanlılar 1920 yılına kadar İzmir ve yakın çevresinde istedikleri gibi Türkleri katletmişler, 1920’de İzmir’in dışına da çıkarak Batı ve İç Anadolu’nun bir bölümünü işgal etmişlerdir. Bursa, Eskişehir, Kütahya gibi şehirleri bir bir teslim alan Yunan ordusu, bölgede bulduğu Türkleri; yaş ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin öldürmüştür. Savaşta insanlar ölür ama düşmanını öldürmenin bile bir onuru vardır. Tıpkı yakın geçmişte Sırpların srebrenitza’da yaptıkları gibi Yunanlılar, buldukları kadın ve çocuklara tecavüz etmiş, insanları camilere kapatarak ateşe vermişlerdir.

Burada sizlere uzun uzun listeler yaparak bu cinayetleri tek tek irdelemek, toplumsal onurumuza ve gelecekte sağlanabilecek bir barışa hizmet etmeyeceğinden Anadolu’da sadece Yunanlılar tarafından öldürülen Türk nüfusun 640.000 civarında olduğunu söyleyip konuyu kapatıyorum.

Bugün iç siyasetin de malzemesi haline gelmiş Lozan Antlaşması ve modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Atatürk olmasaydı, Anadolu’da tek bir Türk ve Müslüman kalmayana dek, Doğu’da Ermeniler, Batı’da ise Yunanlılar kıyımlara devam edecekti. Bu mücadeleye başka bir yazıda değinmek üzere sadece günümüz durumuna bir eleştiri getirmem gerekiyor.

Yaklaşık 100 yıldır sürekli kendini geliştiren, maddi ve teknolojik imkanlarını büyüten laik bir Cumhuriyeti ve onun getirdiği kazanımları itici güç olarak kullanan günümüz liderleri, bu mazlum halkın çektiği acıların tekrarlanmaması için çalışmalıdır.

Rusya’nın boğazlar konusunda ne kadar iştahlı olduğu bilinen en eski gerçeklerden biridir. Bununla beraber Helenizm ideolojisini yaşatmak ve gerçekleştirmek isteyen Yunanlılar ve onların desteklediği Ermeniler dikkatle izlenmelidir. Bugün itibariyle Ermenistan’ın Suriye’de ordumuza karşı savaşmak üzere asker göndermesi de aslında konunun ne kadar ciddi, komşularımızın topraklarımıza hangi gözle baktığını bize göstermektedir.

Ordumuz gerçekten güçlüdür. Hem havada hem denizde hem de karada çok güçlüyüz. Ama Osmanlı’ya oynanan oyun tekrarlanıyor ve pek çok cephede birden savaştırarak, gücümüzü parçalara bölmek istiyorlar. O nedenledir ki içeride hain aramak yerine dışarıya karşı birleşmek, toplumsal sorunlarımızı bir kenara bırakıp bizi yok etmek isteyen güçlere karşı bir yumruk olmamızın zamanıdır. Bizi Orta Asya steplerine geri gönderme hayalleri kuran ülkeleri öncelikle diplomatik yollarla, tıkanması durumunda ise savaşan gücümüzle caydırmaktan başka yolumuz yoktur.

Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın.

Yaman

Her ne kadar Turizm ile uğraşsam da web teknolojileri ve tarih konuları benim için kırmızı çizgiler :) Araştırmadan, okumadan ve öğrenmeden duramıyorum. Tabii öğrendikçe de burada paylaşmaya çalışıyorum...

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu